GÖÇ: Koca Bir İkilem
- Duygu ÇANKAYA ÇADIRCIOĞLU

- 4 Kas
- 2 dakikada okunur

Göç etmek, çoğu zaman hayatın en derin içsel çatışmalarından birini beraberinde getirir. Bir yanda yeni bir yaşam kurma arzusu, diğer yanda köklere, aileye, alışkanlıklara ve aidiyet duygusuna bağlılık vardır. Bu iki yön birbirine zıt hareket eder ve kişi, sanki aynı anda hem gitmek hem kalmak ister gibi hisseder. İşte bu durum, psikolojide “rekabet eden bağlılıklar” (competitive commitments) olarak adlandırılır.
Rekabet eden bağlılık, bireyin bir hedefe ulaşmak (örneğin yeni bir ülkede kendine yer edinmek) isterken aynı anda bu hedefle çelişen başka bir inanca veya değere bağlı kalmasıdır. Bu içsel bağlılıklar, kişinin karar sürecini yavaşlatır veya bazen tamamen durdurur. Kişi değişimi arzulasa bile, zihni onu mevcut dengeyi korumaya yönlendirir.
Örneğin, bir göçmen adayı “yeni bir ülkede daha özgür bir hayat yaşamak istiyorum” diyebilir; ancak aynı anda “ailemden uzak kalırsam yalnız hissedeceğim” inancına da sıkı sıkıya bağlıdır. Bu iki bağlılık kişinin zihninde birbiriyle rekabet eder. Sonuçta kişi, uzun süre karar verememe, kararsızlık sonrası pişmanlık veya içsel huzursuzluk yaşayabilir.
Bu tür rekabet eden bağlılıkların fark edilmesi çok değerlidir. Çünkü çoğu zaman değişime karşı direnç, irade eksikliğinden değil; bu çatışan bağlılıkların bilinçdışı etkilerinden kaynaklanır. Kişi, “gitmek” ya da “kalmak” kararını sağlıklı biçimde verebilmek için önce kendi içindeki görünmez bağlılıkları fark etmeli, ardından bu bağlılıkların altında yatan varsayımları sorgulamalıdır:
“Gerçekten yalnız mı kalırım?”
“Ailemle olan bağım sadece fiziksel yakınlığa mı dayanıyor?”
“Köklerimi yanımda taşımak mümkün olabilir mi?”
Bu farkındalıkla birlikte kişi artık kararını korkuyla değil, değerleriyle uyumlu bir şekilde verebilir.
Ancak kişisel ve klinik tecrübemize dayanarak konunun burada bitmediğini emin bir şekilde söyleyebiliriz. Bu ‘kararsızlık’ göç ettikten sonra da devam eder. Göç etmekle birlikte birçok şey değişir; ülke, dil, çevre, roller… Çoğunlukla bu karar anındaki içsel çatışmalar göçten sonra da devam eder. Kişi fiziksel olarak yeni bir ülkeye taşınmış olsa bile, zihinsel olarak hâlâ “gitmekle kalmak arasında” sıkışmış hissedebilir. Bu, rekabet eden bağlılıkların hâlâ etkin olduğuna işaret eder. Göç kararı verildiğinde kişi “daha iyi bir gelecek kurmak” gibi bir bağlılık geliştirir; ancak aynı anda “eski kimliğini, kültürünü veya ilişkilerini koruma” bağlılığı da sürer. Bu iki yön birbirine zıt olduğu için, birey göç ettikten sonra bile aidiyet çatışması ya da sürekli bir içsel sorgulama yaşayabilir. Örneğin, aklının bir köşesinde hep geri dönme ihtimali vardır, bulunduğu ülkeye ait olamama duyguları taşır ya da göç ettiği ülkede kendinde bir şeyleri oturttuğunda geride kalanları düşünerek suçluluk duygusu hisseder.
Özellikle göç ettikten sora kişi, eski ve yeni yaşamını bir araya getirerek kendini ve kimliğini yeniden tanımlayabilir. Kişi şu soruları yeniden keşfetmeye başlar:
“Ben kimim, iki kültür arasında?”
“Eski benliğimle yeni benliğimi nasıl uzlaştırabilirim?”
“Bir yere ait olmadan da aidiyet hissi mümkün mü?”
Bu farkındalıkla, rekabet eden bağlılıklar yavaş yavaş dönüşebilir. Kişi artık “kalmak” ya da “dönmek” arasında değil, “köklerini yanında taşıyarak burada var olmak” noktasında bir denge kurmayı deneyimleyebilir. Hem geçmişe sadık kalabilmek hem de yeni yaşamın gerektirdiklerine uyum sağlayabilmek. Her iki seiçimin de getirdiği acıyı ve sancıyı da kabul ederek…
Kaynak:







